top of page
Yazarın fotoğrafıNaz Çakıroğlu

Aşk Aslında...

Anlat bana!

Göster ince çizgilerini, bir eskiz karala, şuraya bakınca ne gördüğünü betimle; gözüne çarpan ışıklardan, renklerden, bakışlardan söz et.

Bana hikâyeler anlat, ne değil nasıl anlattığın olsun duyduğum. Hangi malzemelerden feyz aldığın.

Bir kek pişirecek olsan kaç yumurta ne kadar un, şeker gibi düşün mesela.

Akşam üzeri bir ağırlık çöker mi üzerine, sabahları daha mı çok seversin yoksa?

Yalnızlık peki,

biraz bahsetsene yalnızlığından, en dibine kadar hissetmenden ya da kalabalıklarından.

O içinde inceden inceye sızlayan, dışarıya çıkmayı sayıklayan kılcal damarların akışı…

Seni dinlerken beni seninle buluşturmak istiyorum.

Dinledikçe nabzımı yoklamak, kalbimin atışlarını saymak…

Bütün yalnız, susuz kalmış köşelerime bir dost bulmak istiyorum.

Anlattıkça pekiştirmeni, kendini daha da tanımanı, derinleştikçe derinleşmeni; çocukluğundan kalan kokuları, sözcükleri anımsamanı, daha çok hissetmeni istiyorum.

Sen açtıkça, hepsine temas etmek, bilmek istiyorum. Oradan aldığım kokuları iyice ama iyice içime çekmek, sesleri kulaklarıma mühürlemek… Sıcaklığı duymak, senin evreninin derecesinde yaşamak…

Gözlük camlarımda senin kumların olsun istiyorum.

Elimi uzatabileceğim son noktayı keşfetmek,

Seni en incesinden tanımak…

Geçmişine, geleceğine uzanan izlerinden saçılanlarda ben de yaşayayım istiyorum.

Anlatacak mısın bana?

İzin verecek misin, içimden akan pınarlara, acısını hissettiğim batıp duran sözcüklere bir karşılık bulmama, seni görmeme, gördükçe göstermeme?

Gizlice gülümsediğin, acıdan haz duyduğun o sana has kaçamakların…

Uykuda kalmış, duyulmayı bekleyenlerin haline acımıyor musun?

Nereye kadar taşıyacaksın o yükleri tek başına, kimseye mi ihtiyaç duymayacaksın?

Daha ne kadar kulaklarını dolduracaklar, sadece senin duyabildiklerin.

Hiç düşünmez misin başka memleketlere, köşelere, yüzlere dokunsunlar?

Birilerinin en özel anlarının, sıradan günlerinin, mahremlerinin parçası; akıllarına takılan bir soru, sözcük olmayı?

Ah sen!

Düşün, düşün, sonra anlat bana, ben varım burada, geldim işte!

Göster bana!

İlmek ilmek ördüğün gömleğinin nerelerden kimlerden topladığın kumaşlarla, ipliklerle örüldüğünü…

Yırtılmış, sökülmüş yerlerini…

Kusurlarını göster bana,

gizlemeye çalıştığın basit numaraları da!

Başka türlüsü düşünülemez, bugün burada neden durduğumu, neden seninle olduğumu açıklayamaz bir başka türlüsü.

Bakışlarını hakikatten uzaklaştırır, beni yalancı kılar yoksa

sen anlatmazsan, anlatamazsan.

Her şeye gücü yetebilir, bir de…

Neyse söylemek istemiyorum, ihtimali düşünmek…

Hayır !

Anlatmalsın bana!

Unuttun mu yoksa?

Peki neydi hani o en başında senden çıkanlar, parlayanlar, ağzından dökülenler, yoksa yoksa zannettiklerim mi?

Senden duyduğuma inandığım sözler miydi, bir yerlerde rastladığım bir yazının, masalın cümleleri mi?

Rüyamda gördüğüm gözler…

Zorla değil, zorlayarak değil, hiç zorlar mı söylediklerim!

Anlatsana!

Benden mi korkuyorsun?

Oysa…

Çok mu…

Çok mu geldi sana?

Peki neden susuyorsun,

Yoksa?

Lütfen, anlat bana!

Nasıl dayanıyorsun susmaya?

Öğret bana da!

Çünkü…

Çünkü ben artık dayanamıyorum bende kalanlara, batıyor bütün kırıklarım, duyduklarım ağır.

Ben, ben yapamıyorum galiba…

Anlat bana!

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page