top of page

Hayatım Roman Olur

Karnımın gurultusu midemden bir greyder gibi beynime yürüyor. Greyder. Hani o en gürültülü olanlar var ya, aynen onlardan işte. Sokaklar da bağırsaklarım sanki düğüm düğüm. Ama benim içim boş. Şehrinkiyse insanın midesinin kaldıramayacağı kadar dolu. Aklımdan bin bir türlü iş geçiyor. Oysa tövbeliyim. Tövbeliyim elimi benim olmayan şeylere sürmeye. Ama kimi zaman insanın vicdanı midesiyle yer değiştirebilir. Bunu da bilmezden gelemem ya. Hem benim aklımda makaraların onlarcası fırıl fırıl dönerken ‘içim dışıma çıksın, işte nah tam şuracıkta bir kamyonetin altında kalayım, dahası geberip gideyim yine de yapmam’, diyemem ya…


Şimdi şuradan birkaç kişiye halimi anlatsam, her birinden nasihatler gırla önüme dökülüverir. Nah böyle, baştanbaşa laflan dolarım. Bir işe yarar mı? Nerde…


Yürüdükçe sokaklar da resim resim takip ediyor sanki beni amına koyim! Bu yemeklerin de öyle bir fotoğrafını çekiyorlar ki kardeşim, aç olmasa da insanın saldırası gelir. Sırf fotoğraf olsalar gene iyi, bir de kokusu var şerefsizin! Bazen düşünürüm de niye böylesi renkli bu dünya, derim. Neden herkes böyle rengarenk şekillere doğru yürür? İşte o an içimden o şekillerden biri olmak gelir. Ne bileyim oyuncak araba olsam mesela. Biri de beni alsın, havalara uçursun, birlikte oradan oraya vınlasak filan… Sonra odasında bir rafa ya da kenarda bir yere bıraksın. Mühim değil. Tozlanayım orda da buradan başka bir yerde uyanayım. Sıkıldı mı, yaşını doldurdun yallah kardeş, der gibi çöplüğe yollamasın da. Öyle olmazsa bak, tam süper olur işte o zaman.


Sonra bazen düşünürüm de uyanık olmak mı iyidir, rüya görmek mi? Hâlâ da cevabını bulabilmiş değilim. Durmadan başlıyor mu her şey sabahları, yoksa bitiyor mu? Tıpkı aç olmakla tok olmak arasındaki fark gibi. Başa döndükçe, seneler geçtikçe böyle yorulmaz mı ki insan? Bir de sokaklar hiç bitmiyor bu amına kodumunun şehrinde. Aklıma takılan şeylerden biri daha! Bazen düşünürüm de şöyle bir başlayayım derim yürümeye, yeminlen dünyanın öteki yüzünden çıkasım gelir.


Niye böyle kalabalık derim bu caddeler? Bu insanların gezmesi, randevusu, şeysi hiç mi bitmez? İnsanlar yorulup dinlenip, sonra yine yorulup dinlenip de nerelere gider? Trafik desen, o sokaklardan beter. Dizilirler böyle, ta ordaki köprüden ileriye kadar. Sonra öylece bakıverirken hep tok mu şimdi derim bu insanlar? Yani hepsi?


Bir de para saçmıyorlar mı dört bir yana! İşte o da bir acayip. Bu kadar para, hepsi kâğıt aslında da, niye nasıl oluyor da dünyada elden ele dolaşıp duruyor? Boşalıp boşalıp doluyor cepler. Karınlar da öyle işte. Ne bileyim şöyle artistli bir tane, patso sonra. Hamburgerci…


Sonra evlerine gidiyor eninde sonunda bütün bu insanlar. Odalar doluyor bir bir, ışıkları hiç durmadan her gün yakıp yakıp söndürüyorlar. Gece çöktüğü vakit aylan yıldızlara yardım edip dünyayı aydınlatıyorlar. Sonra sabah oluyor da ben karar veremiyorum hangisi daha iyi? Ne bileyim gündüzün sirk gibi oluyor sanki bu geniş caddeler. Otur kıyısına, angutun biri laf etmezse, izle rengârenk akıp gidişini önünden insanların. Bazen düşünürüm de, öyle çok kalabalığı görünce bu koca caddede, sonu hiç gelmez mi, derim. Göremeyecek miyim kum saatinde aşağı düşen son zerre gibi geçip giden son insanı. Arkası olmasın isterim. Ama kalabalık iyidir. Kaybolursun. Sanki bir torba yapboz dökülmüş yere, sen de o parçalardan birisin. Yani kim seçebilir seni onca şekillen rengin arasında? Kim varır fakına? Kim kimin hikâyesini bilebilir? Aklından geçenler sırdır ya insanın, bazen onu da çok merak ediyorum ama korkuyorum. Duyacaklarımdan. Bilmediğim bir lisanla karşılaşmaktan. Benim de farkında olmadığım ne çok şey var bu dünyada diye düşünüyorum sonra. Ne çok tat… Ne çok duygu. Ne çok ses. Ne çok kelime hatta. Her bir şey bir anda yabancımmış gibi geliyor. Sonra, ne kadar çok şey bilsem de kelimeler hiç bitmez ki, diye düşününce rahatlıyorum azıcık.


Bir de bazen zamanı düşünüyorum da o da hiç bitmiyor… İstiyorum ki bir anda her bir yer kararsın. Yani zaman durduğunda ben öyle olacak sanıyorum. Ama bitmiyor kardeşim… Her bir şey un ufak bölünmüş amına koyim! Caddenin kalabalığındaki kol kola tipler gibi birbirine dolanıp duruyor. Saniyeler dakikalara, onlar saatlere, saatler günlere, of!.. Açlık, garip garip düşündürüyor işte insanı. Bazen böyle oldu mudu, gideyim, bir dönercinin kapıvereyim bıçağını, dayayayım böyle gırtlağına, alayım orda ne varsa diye düşünüyorum da… Sonra gözüm olur olmaz kararıveriyor aniden. Kapmasına kapıyorum bıçağı ama filmin sonu iyi bitmiyor.


Bir de insanın canı acıyor ya… Hem de çok pis… Yani böyle, etlerin lime lime dağılıyor sanırsın. İçine bıçağı daldırıvermiş de sanki namussuzun biri, üstüne bir de çevirip duruyor. Şerefsiz! İşte o bile geçiyor ya. Geçiyor da insan normal oluyor yine. Tek bir resim kalıyor öyle. Bir de iz. İz de olmasa, geceyle gündüz gibi durmadan birbirinin üstüne devrilip görünmez olacak o da.


Bazen de, o sosisleri koydukları camdan yer var ya, kapsam onu yerinden diye elim uzanıyor da aklımda un ufak kırıntı oluveriyor düşüncem.


Bir markete girsem sonra. Elim de o esnada kocaman olmuş. Yani demem o ki on beş gofreti avcuma gizleyip de tüyü tüyüveriyorum. Yahut ne bulursam ağzıma tıkıveriyorum tam oracıkta. Kusturacak halleri yok ya. İçimdeki canavarın da çenesi kapanıyor böylece biraz! Ya da sandviçini kapıyorum çıtkırıldım bir kızın elinden. Yahut bir restoranın kıyısından geçerken kolasını aşırıyorum. Bütün bunları yapıyorum da işte, sonra bir vakit gelince yine… Arabaların gürültüsünün yerini alınca gurultular, o sokaklarda yürür gibi düğüm düğüm olunca içim… Of! Aklım yine çıfıt çarşısına döndü şerefsizim!


Düşünmek, iyi mi geliyor insana ya da bakıp gördüğüyle mi yetinmeli onu da bilemiyorum ki işte… Mesela ben şimdi ne görsem bir şey geliyor aklıma. İstemiyorum da bazen, yine de geliyor. Hele bir vakit. Nereye baksam yumruk yiyorum yahut bıçaklanıyorum da sanki bir türlü tabana kuvvet kaçıp kurtulamıyorum. Hele öyle çocuk mocuk aile neyin gördüm müydü, köprüden atlayasım geliyordu valla! Az kalsın tinere sarıyorduk. O da olacak bir gün ya. Neyse.


Bak sonra, şimdi hatırladım, bir de yaşamaklan ölmek var. O da bir tuhaf. Çekip gidiyorsun anladık da nereye? Hiç bulunamayacak bir kayıba dönüşmesi insanın, sır olması resmen. Büyüyüp büyüyüp yaşlanmak da öyle işte. Ama ben o kadar yaşamam onu biliyorum. Bu açlık, toklukla yer değiştirip durmadıkça insanın zor saçlarının beyazlaması. Ellerinin buruşması filan. Alnın böyle çizik çizik, lekeli. Hem yaşlı dediğin ne bileyim böyle kumaş pantolonlu, ceketli, traşlı, bastonlu filan olur. Ekmeğini alır, yürür evine gider. Ne özeniyorum var ya öylelerine de. Yaşlı olmaya razıyım desem yeridir. Bütün gün dedikodu, etrafı gözleme, sokağa bakma gelen giden var mı diye, sonra televizyon, diziler miziler… Yok yok, çok yaşamam herhalde ben. Ama ben de bir tuhafım işte ya. Bak, ben bizzat şahsen diyorum yani bunu kendim için. Hayatım roman olur derler ya, aynen öyle. Görürsün, harbiden yazacağım bir gün bunları ben.


Ece Erdoğuş Levi

125 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page