top of page
Yazarın fotoğrafıBarış Şengül

HÜR ESİR

Şerwan son günün anısına hatıra defterine Beyrut için yazdığı henüz bitmemiş şiirine   veda dokunuşu ekledi. Satırlarına son kez bir umut ve hüzün esintisi serpiştirerek, “Beyrut, Akdeniz’in yasemin kokulu kızı… Kimi zaman cennetin sakin bir bahçesi, kimi zaman cehennemin karanlık bir çukurusun,” diye defterine bu sözcükleri yazdı. Defter, Cezayirli dostu el Khouasse’ın, Şerwan’ın ailesine ait zarif bir armanın gururla nakşedildiği, Paris’ten ona gönderdiği bir hatıraydı. Şerwan defteri nazikçe kapatıp çantasına yerleştirdi, sanki içine bir sır saklar gibi.

Koltuğuna yaslandı, yorgun bedenini dinlendirmek için zarifçe birbirinin üzerine atarak bu geçici sükûnetin tadını çıkardı. Sağ elinin iki parmağını başına dayadı ve soğumuş kahvesinden âdeti üzerine geçmişin buruk tadını hissederek üç yudum aldı. Ardından tabakasından ince bir sigara kâğıdı çıkarıp içine iki parmağına sıkıştırdığı Şam’dan getirdiği tütünden serpiştirdi. Başparmaklarıyla aşağı yukarı katlaya katlaya itinayla ezdi. Tütün parçaları ezile ezile birbirine tutunduktan sonra uzun ve kalın parmaklarıyla rulo biçiminde sardı, bu hareketlerinde bir sabır ve nezaket vardı. Sigarasını, Beyrut prenslerinden kadim bir dostunun hediye ettiği nadide taşlarla süslü çakmağıyla yaktı ve derin derin nefesler çekti.

 Sigarasını tuttuğu eline bakarak, diğer elini iki gün önce yaptırdığı dövmeye dokundu: Dayızadesi, Beyrut Kraliyet ailesinin armasının iki gün önce zarifçe eline işlenmişti. Annesi, onun tereddüt dolu bakışlarını görünce, “Sen bu kraliyet ailesinin kanından bir parçasın; bu tarihi hakikat, köklerin, asla unutulmamalı,” demişti. Arma, küçük noktalarla işlenmiş bir dairenin içinde yükselen bir dağ simgesi, ortasında kavisli iki kılıç işaretiyle çerçevelenmişti. Kadim dillerde işlenmiş sözcükler arma etrafında sessizce yankılanıyordu: “Yaşamak, karanlık bir ormanda yeşeren umuttur; hayat ise, inanç ve mücadeleyle süslenmiş bir yolculuktur.” Bu sembol, Şerwan’ın atalarından gelen geçmişin yansıması, hayatın kendisine ulaştırdığı kadim bir felsefe gibiydi.

Hatıra defterini kurcalarken muhtemelen uyku sersemliği içinde yazmış olduğu bir nota ilişti gözü. Bilinçaltının dışa vurumu muydu bu, yoksa zihnindeki şeytanilerin bir oyunu muydu, anlayamadı. Bu notları yüksek sesle, dikkatlice, birkaç defa okudu. “Burada sahip olduğum mesut hayatımın sonsuza dek süreceğini sanıyordum oysa ne kadar cahilmişim. Önce bir felaket, sonra bir helaket dönemi yaşayacağımı bilecek kadar bilgin değilmişim. Bir feylesof der ki, mutlak mutluluk mutlak bir mucizedir; mucizelere ise gerçeklerin dünyasında yer yoktur, bu feylesof benim babamdır.” Sonra da bu can sıkıcı notu buruşturup çöpe attı. Yazıyı defterinden sökerken hayatından çıkardığını sandı. Masasından kalkıp pencereye yaslandı. Lübnan denizi her zamankinden daha durgun ve sessizdi. Şerwan’ı uğurluyor gibiydi. Yıllardır buradaydı oysa daha dün gibiydi gelişi.

Mezopotamya’nın ilim merkezi Beyrut, Karahünkârlar’a vatan olmuştu. Yıllardır, Seyda Seyithan ve Seyyide Leyla başta olmak üzere ders almadığı âlim ve allame kalmadı. Üstelik burada sadece resmi hüviyete sahip kolej ve üniversitede değil, aynı zamanda her biri gizli birer hazine olan Beyrut medreselerindeki, cevherden daha kıymetli müderrislerden eğitim gördü. Çevre şehir ve ülkelerden en güçlü ve en nüfuzlu aile ve aşiretler çocuklarını buralarda okutmak isterdi. Tabii bu adaylar için çeşitli sınavlar yapılırdı ve nihayetinde sadece en parlak talebeler seçilirdi. Okula ilk başladığında müderris Faris Efendi nasıl da korkutmuştu gözlerini. Tahtaya önce bildiği tüm lisanlarla ismini yazdı, sonra da amfiden adeta tüm öğrencilerin gözüne aynı anda bakar gibi hitap etti.

“Önünüzde çetin sınavlar var, çok çalışmalısınız. Çok! Bu sınavlarda muvaffak olan güzide talebeler hayatlarını ister bir rençber ister bir çiftçi isterse bir mebus olarak geçirsin, her biri bir devlet adamı olacak şekilde yetişecektir. Nasıl dediğinizi duyar gibiyim evlatlarım! Başta kelam, hadis, tefsir, peygamberler tarihi ve Kur’an’ın yanı sıra riyazi ilimlerden hikmet, belagat, hitabet, edebiyat, coğrafya, hendese, astronomi, mantık, hukuk, sosyoloji, felsefe ve politika ilimlerine kadar her alanda sıkı bir eğitime tabi tutulacaksınız. Tabii her biriniz Bağdat ve İran kütüphanelerindeki her eseri anlayıp anlatacak istidatlara sahip olacaksınız. Mezopotamya’nın asma bahçelerinden arşa yükselen Babil Kulesi’nin her katında seyahat edebilecek kadar çeşitli diller öğreneceksiniz. Fenni ilimlerin yanı sıra eğilimlerinize göre tezhip, ebru, şiir, musiki, cilt, sanat, oymacılık, deri işlemeciliği, hat sanatı alanında sanatsal eğitimler verilecek size. Sadece bununla da sınırlı değil tabii. Her biriniz ok atma, güreş, cirit, kılıç kuşanma, nişancılık, binicilik, yakın dövüş alanında Rüstem’i Zal olacak kadar sert ve yoğun bir idmandan geçirileceksiniz. Çok çalışmalısınız. Çok!”

Bu sözler küçük Şerwan’ı korkutmak yerine adeta kamçılayarak önce Beyrut Amerikan kolejindeki eğitimini sonra da 1866 yılından beri onlarca aydın yetiştiren Beyrut Amerikan Üniversitesini birincilik ile bitirmesine vesile olu. Fevkaladenin fevkinde eğitimlerle donanmış Şerwan, hocalarının arzusu ve ısrarı üzerine hem müderris olarak üniversitede çalışmakta hem de babasının verdiği her türlü vazifeyi yapmaktaydı.

Şerwan ceviz kaplamalı sallanan koltuğuna oturup bir yandan Fransız ve Amerikan mecmualarından dünyayı adım adım felakete sürükleyen savaşla ilgili haberleri irdeledi. Birkaç ay sonra 1940 yılı bitecekti. Okudukça olabileceklerden ürperdi. Zira ne yeni kurulan Türkiye ne de cehenneme yuvarlanmaktan yeni kurtulmuş dünya henüz yaralarını tam olarak sarmıştı. Sert ve sinirli ama bir o kadar da dikkatli bir şekilde sayfaları didik didik etti. Yirmi yıl önce devletin kudretli adamları savaş tamtamları çalarken gözleri hiçbir şeyi görmedi. İttihatçı çılgınlar savaş kararı aldıklarında devletin dış borcunun yüz elli dört milyon, gelirinin ise ancak yaklaşık yirmi yedi milyon lira olduğunu halkın açlık ve sefalet içinde olduklarını çok iyi biliyorlardı. Ama umursamıyorlardı. Devreden her bir senede zaten bozuk olan ekonomiyi daha da bozdu. Ve insanlık açlık, sefalet, savaş, katliam, kırım gibi felaketlerin hepsini tattı. Yeleğinin cebinden çıkardığı dedesinden yadigâr saate baktı, arkadaşları gelmek üzereydi. Ocağa nane aromalı çay koydu. Kaynayan çaydanlık buharından çıkan tren sirenini andıran ses bile zihnini dağıtmaya yetmedi. Bir sigara daha yakarken misafirleri rahatsız olmasın diye odayı havalandırdı. Ciğerlerine temiz Beyrut havası doldurduktan sonra tekrar masaya oturup notlarını gözden geçirmeye başladı. Çok geçmeden arkadaşları da geldi. Hepsi Şerwan’a son kez ama tüm güçleriyle sarıldılar. Misafir salonunda naneli çaylarını içerken Murathan her vedanın barındırdığı kasvetli sessizliği bozdu.

“Demek o gün geldi ha. Gitmene üzülsem de en azından mutlu olacağına inancım tam.” Şaşkın gözlerin kendisine yöneldiğini görünce hemen savunmaya geçti. “Ne yani! Savaşın üzerinden geçen yıllar içinde olumlu şeyler de yaşanmamış diyemeyiz değil mi?”

Nizam, Murathan’ın tütününden bir tane sardıktan sonra ironik sözleriyle karşılık verdi. “Vallah en son havadisler sende, bizi aydınlatırsanız mesut ve bahtiyar oluruz efendim.”

Murathan, önce Şerwan’a sonra diğer arkadaşlarına döndü. Hazırlıklı geldiği her halinden belliydi, “Mesela çiftçilere ucuz kredi sağlandı, yoksul halka yardımlar yapıldı. Devlet-i Âliyye döşediği demir yolları ile ulaşımı rahatlatarak reayayı mesut ve bahtiyar kılarken açtığı fabrikalar ve açılan enstitülerle refah seviyesini arttırdı. Eskiden menkıbelere konu olan uzak diyarlarla haberleşme, İstanbul’da telefon şirketinin ve Amasya’da ilk elektrik santralinin kurulmasıyla mümkün oldu.”

Nizam, naneli çayını doldurup tekrar sigarasından bir nefes aldıktan sonra kendine has üslubuyla arkadaşının sözünü kesti. “Elâzığ’da açılan kömür işletmesi de tezeklerin krallığına son verdi. Bunu da unutmayalım lütfen.”

Dile kolay, yaklaşık on beş yıllık bir arkadaşlıktan sonra kimsenin kimseye gücenecek hali kalmamıştı. Arkadaşının laubaliliğini Şerwan’a şikâyet edercesine baktıktan sonra devam etti, “Sen geç dalganı azizim. Eskişehir’de ispirto işletmeleri, Malatya’da iplik ve bez, İzmit’te kâğıt ve karton fabrikaları açıldı. Ne yani onlarca köy öğretmen okulunun açılması bir tek bana mı büyük umut veriyor?”

Murathan hızını almış Arap kısrağı gibi son sürat gidiyordu, arkadaşını galebe çaldığını fark edince şevki daha da arttı.

“Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesiyle İstanbul ve İzmir’de devlet konservatuarları ve devlet tiyatroları halkımızın sadece kalbine değil aklına da tesir edecek. Açılan müzeler, baleler, tiyatroların sayısı gün gün artmakta. Yurtdışında yapılan sessiz filimler Türkiye’ye getiriliyor. Yani ezcümle Türkiye Cumhuriyeti’nde kültür, sanayi, ticaret, maliye, ulaşım ve tarım alanında ekonomik ve sosyal dönüşümler yer alıyor.” Sözlerini bitirirken tükenmiş sigarasının son köz kırıntılarını da kül tablasına bastırarak söndürdü.

Sadece Nizam değil, Cemal, Nesim, Vahap ve Akif bile bu tatlı sert atışmaların karşısında ilk öğrencilik günlerini hatırlamışlardı. Son noktayı ise her zaman olduğu gibi Şerwan koydu. “Tabii ki bunların hepsi batıda. Şarkta hâlâ halk kimlik dayatmasıyla yüz yüze kalmış, yoksulluk, savaş, baskı zulüm ve şiddet devam ediyor, halkın aşiret şeyh ve mollalar tarafından güdülmesine müsaade ediliyor. Kemalizm’in kulakları çınlasın, tekke ve zaviyeler kanunuyla tarikatlar kapatılmak yerine siyasi parti hüviyetine büründürdü. Ve ne hikmetse bunlar hep memleketin doğusunda neşet ediyor.” Ortalığı haklılığın verdiği derin ve koyu bir sessizlik kapladı.

Biraz da bu haklılık nedeniyle olsa gerek, Şerwan’ın, Seyda babası Seyithan Karahünkâr ailesiyle birlikte yıllardır Beyrut’ta yaşamayı tercih etti. Tüm zamanını Türkiye’den Beyrut’a gelmiş Mardinlilerin refah seviyesinin artması ve Frenkçe ifadesiyle entegrasyonları için harcıyordu. Aynı şekilde, ömürlerini buradaki Fransız ve Amerikan okullarının benzerini Ankara, Mardin ve Van’da yapmaya adamışlardı. Bu sayede coğrafyasının huzura kavuşması için elinden geleni yapmış olacaktı. Asırlardır ailesi tüm Ortadoğu coğrafyası için ilim yuvası oldu. Pek fazla gurur duymasalar da soyu Kanuni döneminde Şeyhülislamlık yapmış Ebu Suud’a kadar uzanırdı. Şerwan kitap okurken düşünmeyi, hatta düşünceden düşünceye dalmayı severdi, beyin kortekslerinden bir yandan ailesinin sergüzeşti geçerken bir yandan da dünyanın yarısını kavurmakta olan savaşı düşündü.

Önce 1914’te başlayan korkunç savaşı düşündü. Kendisi o vakitlerde henüz bebekti ama Seyda babasından ve molla dedesinden öğrendikleriyle savaşın yıkıcılığı beynine kazınmıştı. Öyle ki iki amcasını ve dört amcazadesini savaşta yitirmişti. Şerwan’ın dalgınlığını fark eden en ezeli rakibi Akif lafa girdi.

“Maalesef Şerwan’a hak vermemek elde değil. Bu korkunç savaş sadece insanları öldürmekle kalmadı. Aynı zamanda yüzyıllık sanayi kuruluşlarını, devasa bankaları da batırarak büyük şehirleri ve kadim imparatorlukları da dağıttı. Bunun da neticesi sağ kalanların hayatlarının cehenneme dönmesi oldu.” Şerwan dostunun biten çayını doldururken sözlerine devam etti.

“Herkesin değil tabii. Zira ölümcül gemiler, devasa silahlar ve ölüm aygıtları son bulmadığına göre, savaştan ve kandan memnun olan insanlar hâlâ var. Ülkeler birbirlerini deviren domino taşları gibi art arda savaşa katıldı. Hepsi de kendinden emin ve sonuçlarını düşünmeden hareket ediyorlardı. Dünya adım adım kaosa sürüklendi. Savaşın bir cephesinde ittifak devletleri adıyla Almanya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu; diğer cephesinde ihtilaf devletleri adı altında yirmi sekiz ülke birbirini yok etmek için kıran kırana çarpıştı.”

Savaş ve ölüm dolu sohbet herkesi sessizliğe boğdu. Buraya dünyayı değiştirmek için gelmişken şu an tek dertleri kendi huzurlarını muhafaza etmekti artık. Şerwan masasındaki eski arşivlerden parşömen bir dosya uzattı. I. Dünya savaşına ait nadide bir eserdi.

“İnsanlık tarihi boyunca nadiren görülen bu korkunç savaşın tanıkları, yani bizler insanlığın en bedbaht mahlûklarıyız. İnsanlık insanlığı eski model topların yerini almış tren vagonları büyüklüğünde toplarla öldürmüş. Ve yine insanlık insanlıktan korunmak için kırk km’ye ulaşan siperler kazmış. Aslında milyonlar hayvanlar gibi telef olduktan sonra nihayetinde savaşın bittiğini duyan insanlar bir nebze de olsa mutlu olmuşlardı. Gerçi yaşamış oldukları bu büyük harbin son savaş olmadığını tahmin edebilecek kadar zihinler kötülüğü tanımıştır herhalde,” dedikten sonra bir sigara daha yakıp içmeye başladı. Sigarasındaki zehirle içindeki huzursuzluğu öldürmek ister gibiydi. “Yoksa edemiyorlar mıydı bunca ülke savaşmaya hazır ve gönüllü olduklarına göre?”

Herkes belgeyi tek tek inceledi. Sıra sıra dışılığıyla meşhur ikiz kardeşlere geldi. Berhak ve Hakber belgeyi birlikte inceleyerek ortamı bir fikir fırtınasına çevirdi adeta. Gözlüğünü kıvırıp ceketinin cebine sokan Berhak derin bir vah vah çektikten sonra ilk taşı attı.

“Neler yaşanmış neler! Yine de yirmi yıl sonra daha büyük bir katliama sebep olacak bir savaşın geleceğini kimse bilemezdi.”

Berhak soluklanırken ikizi kardeşinin gözlüğünü taktı ve kalabalığa bakarak söze girdi. “Öyle ki yaşanmış büyük savaşın adını Birinci Dünya Harbi olarak değiştirecek olan yeni bir savaşın bu kadar çabuk patlak vermesi yüreklerdeki son ümit parçalarını da yok etmiş olmalı.”

“Böyle olacağını kimse bilemezdi.”

“Ya da bilenler var mıydı acaba?”

“Savaş lortları insanlığı tekrar öldürmek için gereken bunca silaha sahip olduklarına göre bilenler vardı demek ki.”

“Her şeye rağmen barış kısa süreliğine de olsa harap olmuş dünyaya iyi gelmiş olmalı.”

“Ancak bu ikinci savaşın yanında ilkinin hatta tüm savaşların çok hafif kalacağını da herkes tahmin edebiliyordu.”

“Yoksa edemiyorlar mıydı? Bunca ülke savaşmaya hazır ve gönüllü olduklarına göre!”

İkiz kardeşler atışmaya ve tartışmaya devam ederken Şerwan sırtını Beyrut denizine bakan penceresine yaslayarak sigarasını içiyordu.


Bu etkileyici roman, yazı atölyemizin değerli katılımcılarından Barış Şengül'ün kaleminden çıktı. Eğer bu hikaye sizi etkilediyse, kitabın tamamını okuyarak yazarın zengin dünyasına daha yakından tanık olabilirsiniz. Kitabı buradan satın alabilirsiniz.

77 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kommentarer

Gitt 0 av 5 stjerner.
Ingen vurderinger ennå

Legg til en vurdering
bottom of page