Opera sanatının yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki en büyük yorumcularından biri olarak kabul edilen efsanevi soprano Leyla Gencer Türkiye’den yani aramızdan çıkmıştı; o, dünyaya mal olmuş bir Anadolu kadınıydı. Babası Safranbolulu bir Müslüman Türk, annesi ise Polonyalı bir Katolik Hıristiyan’dı. Farklı kültürlerin kaynaştığı bir aileye doğan Gencer, belki de bu yüzden ilk yaşlardan itibaren hayata ve sanata dair geniş bir bilgi ve ufukla donanmıştı. Gencer akıllı, meraklı, disiplinli, öğrenme isteğiyle yanıp tutuşan bir genç kızdı. Konservatuvarın yanı sıra İtalyan Lisesinde de okuduğundan dolayı İtalyancaya hâkimdi. Bunun ne kadar önemli bir kazanım olduğunu yıllar sonra İtalya’da büyük bir opera kariyeri yapmanın arifesinde anlayacaktı. İtalyan opera çevreleri, dillerini anadili gibi konuşan bu yetenekli kızı, ‘Türk kimliğine aldırış etmeden’ aralarına almak isteyeceklerdir.
Neden burada Gencer’in Türk kimliğine vurgu yapıyorum? Gencer için çok mu zordu opera dünyasında ‘Türk’ kimliğiyle küresel çapta kariyer yapmak? Evet maalesef öyleydi çünkü Gencer’in dünya çapında bir opera kariyeri yapmaya atıldığı 1950’li yıllarda dünya sanat çevreleri ‘Türkiye’den çıkan üstün yetenekli bir opera yıldızı’ düşüncesine bugünkünden çok ama çok daha kapalı ve mesafeliydi.
Şu olgunun altını çizmeliyiz ki opera sanatı o çağda yorumcuları, izleyicileri, menajerleri, kurum yöneticileri, kayıt profesyonelleri, eleştirmenleriyle Batı dünyası dışından gelen yorumculara karşı birtakım önyargılar taşıyordu ve Gencer Batılıların zihnindeki bu önyargıları da aşmak gibi zorlu bir misyon üstlenmişti.
Ama İtalya 1950’li yılların ilk yarısından itibaren kariyerinin baharındaki Leyla Gencer’i sahiplendi ve ona ‘La Diva Turca’ yani ‘Türk Divası’ adını taktı. Gencer opera sanatına ve sahneye âşık bir insandı. İtalyan opera kamuoyu da Gencer’deki bu aşkı ve tutkuyu kısa sürede görüp sevdi ve onu bağrına bastı. Gencer’in çıkış yaptığı yıllarda İtalyan operasını iki yıldız soprano egemenliği altına almıştı. Bunlar Maria Callas ve İtalyan Renata Tebaldi’ydi. Gencer yılmadan dinlenmeden çalışarak bu iki büyük yıldızın arasından sıyrılmayı ve sanatını önce tüm İtalya’ya, ardından da dünyanın nerdeyse tüm önemli opera ülkelerine kabul ettirmeyi başardı. Fransa’dan Rusya’ya, Avusturya’dan İngiltere’ye, ABD’ye kadar taşıdığı sanatında hep daha iyisini, daha önce yapılmamışı yapmaya gayret etti. Hiçbir zaman, ‘ben oldum’ demedi, ‘şimdi ne olmalıyım, acaba hangi rolü yaratmalıyım, ona yeniden can vermeliyim’ diye sordu kendine.
Leyla Gencer İtalya’da ‘bel canto’ diye adlandırılan, her şeyden önce, vokalistin kusursuz tekniğine ve ‘güzel söyleyişine’ dayalı çağı ve o çağın bilinmeyen operalarını arşivlerden çıkartıp sahneye taşıma misyonuna adadı kendisini. Bel canto döneminin en önde gelen bestecilerinden Bellini ve Donizetti üzerine eğildi ve aralarından özellikle Donizetti’nin gün yüzü görmemiş operalarını tozlandıkları raflardan indirip onları başta İtalya olmak üzere dünyanın belli başlı opera sahnelerinde söyledi. Donizetti’nin özellikle ‘Tudor Kraliçeleri’ diye bilinen İngiliz tarihinden üç kraliçeyi konu alan muhteşem operaları ilk kez Leyla Gencer’in sesiyle 150 yıl kadar sonra dünya sahnelerinde yeniden can buldu. Bu güzel operalar günümüzde dahi sahnelenmektedir. Bel canto operalarını olağanüstü sesi, tekniği ve o kendine özgü ‘Gencerate’ diye adlandırılan vokal renkleriyle söylemesi sayesinde zamanla Gencer’e -yine onun Türk kimliğine atfen- yeni bir isim daha takılacaktı: ‘Bel-canto’nun Sultanı.’
Gencer özel yaşamında da kariyerinde de inatçıydı, dikbaşlıydı, onuruna düşkündü ve halkına, içinden çıktığı topraklara, Atatürk Cumhuriyetine sonuna kadar bağlı bir sanatçıydı. Gururla taşıdığı Türk kimliğini bir kenara bırakıp yabancı isim ve pasaport almasının kariyerinde onu çok daha iyi yerlere getireceğini söyleyenlere hiç aldırış etmedi.
Tüm yaşamı ve kariyerinin opera sanatından ibaret olmasını istedi. Sahnelerden emekli olduktan sonra kendini İtalya’da ve Türkiye’de genç yorumcuların eğitilmesine adadı. Bu sanatta onun kadar başarılı olmak isteyen genç şancıların önünde olağanüstü bir örnekti Gencer ve çıtayı çok yukarıya çekti.
Leyla Gencer’in sanatçı olmayı düşleyen gençlere bizzat kendi yaşamı ve sanatıyla şu 10 hayat dersini verdiğine inanmışımdır:
Hayatta daima sevdiğiniz işi yapın çünkü ancak o zaman başarılı olursunuz.
Önünüze çıkan engeller sizi yıldırmasın çünkü işinizi sever ve ona dört elle sarılırsanız tüm engelleri yıkar geçersiniz.
Hiçbir zaman yapamam demeyin, yapabilirim ve yapacağım deyin.
Sanatınızda araştırmacı olun, elinizde olanlarla yetinmeyin, ben elimdekilere yeni olarak neler katabilirim diye düşünün.
Bilinmeyenden ve yapılmayandan korkmayın, aksine onu ilk öğrenip yapan siz olun ve öne geçin.
Çok istersiniz ve çalışırsınız ama sizin dışınızdaki şartlardan dolayı istediğinizi elde edemeyebilirsiniz, o durumda sakın moralinizi bozmayın, sanatta ve hayatta sizi tatmin ve mutlu edecek daha nice fırsatın önünüze çıkacağını unutmayın.
Aynı kulvardaki meslektaşlarınızı asla kötülemeyin, aksine onları iyi ve güçlü yanlarıyla öne çıkartın, bu davranış sizin büyüklüğünüzün bir göstergesidir.
Sizden sanatınızda ve yaşamınızda ödün isteyenlere karşı dik durun, kimliğinizden ve duruşunuzdan ödün vermeye kalkışmayın.
Sanatçı sanatına aşık, onsuz asla yapamayandır ama yaşamı da ıskalamayın, dostlarınıza ve ailenize değer verin, onlarla güzel zamanlar geçirin.
Kimliğinize, kökeninize, değerlerinize ne kadar bağlı olursanız olun, insanlar acaba hakkımda ne düşünür demeden doğru bildiğiniz ne varsa onu savunun ve kararlarınızı da ‘kendi doğrularınıza’ göre alın.
Comments