ÖLÜLER ADASI
- Başak Yıldırım
- 16 Şub
- 4 dakikada okunur
Kapılar açılıyor ve açılır açılmaz insanlar yığılıyor önüne, ‘Nasıl bir telaş!’ diye geçiriyor içinden. Biletini çıkarıyor ve gülümsüyor; bütün gece heyecandan uyuyamamasına rağmen sakin bir şekilde. Kontroller tamam, kulaklığını takıyor, içinde yükselen bu sesin dünya üzerinde karşılığı olmadığını, düşünüyor. Dışarıdan gelen sesler, içindeki müzik ile karışıyor, kimseyi duymak istemiyor sanki. Koridordan yürüyerek uçağın kapısındaki görevlilere gülümseyip uçağın içine geçiyor. Koltuğunu buluyor, kabin içi bagajını yerleştirip yerine geçiyor. Yolculuğu başlamak üzere… ‘Bekle beni Berlin!’ diye geçiriyor içinden. Etrafını izliyor ve insanların sabırsız bir şekilde içeriye girdiğini görüyor, telaşlı ve kaygılı… Sonra da eşyalarını yerleştiriyorlar. Ne kadar aceleci oluyoruz bazen, diye düşünüyor. Her yere yetişmekten kaçıyor oysa o, zamanı durdurup içinde sakince yol almak için. Kemerini bağlıyor, kulaklığından gelen müziğe bırakıyor kendini, Rahmaninov’a. Uçak havalanıyor. Çantasından kitabını çıkarıyor, Nabokov’un ‘Maşenka’ kitabı. Kaldığı sayfayı açıyor ve okumaya başlıyor. Kelimeler… Cümleler ve hikâye işte orada…
Klara apartmana girer, karanlık holden geçer ve asansöre biner. İkinci katta duran asansörün kapısı açılır ve otuzlarında bir beyefendi içeri girer. Beyefendi ile birlikte asansör aydınlanır sanki. O ilk bakışma… Klara bakakalır ve ‘Günaydın’ der adama ve adam da ‘Günaydın Küçük Hanım.’ Klara çok etkilenir. Yukarıya çıkarlarken Klara zaman geçmesin ve bu yolculuk hiç bitmesin ister. “Benimle yukarı gelmek zorunda kaldınız, kusura bakmayın. İkinci kata mı yerleştiniz?” diye sorar. Kafasını sallar beyefendi. Klara bozulur. “Burada herkes birbirini tanır, adım Klara” der. "Memnun oldum küçük hanım” demesiyle Klara’nın kalbi hızla çarpar, duyulmasın diye yüksek sesle konuşmaya devam eder. İki kat çıkarlar fakat neredeyse saatler geçmiş gibi gelir Klara’ya. Ama asansör durur ve kapı açılır, tam inecekken Klara dönerek adama; “Zamanınız varsa bir kahve içebilir miyiz, hem size buradaki işleyişi anlatırım.” der. Beyefendinin cevabı onaylayıcı bir kafa sallaması olur.
Sallanan kafası cama değiyor ve sonra diğer tarafa doğru giderken gözleri aralanıyor. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Kitap elinden kaymış yere düşmüş. Eğiliyor, kitabı alıyor. Kendine geldiğinde ‘Ah Klara’ diye iç çekiyor. Klara’yı merak ediyor, tekrar okumaya başlıyor.
Klara dairenin kapısını açar ve içeri girerler. Adam asansördeki gibi evi de aydınlatır. Klara adama oturmasını söyler fakat adam bir süre içeride bakışlarını gezdirir ve duvara doğru yürüyerek büyülenmiş şekilde duvardaki tabloya bakar. Klara şaşırır. “Bunun burada ne işi var.” diye sorduğunda Klara güler ve “Berlin’deki tüm evlerde neredeyse bu tablo var.” der. Adam anlayamaz. “Nasıl?”, diye sorar. “Bir süredir çok ilgi görüyor, her yerde satılıyor ve aslı olmadığı için çok uygun fiyatlı ayrıca duvarları dolduruyor bu nedenle Berlin’de ki her evde görebilirsiniz. Berlin’e hoş geldiniz” der. Adam durur. Bu kadar özel bir resim nasıl olur da bu şekilde algılanır, diye düşünmeden edemez. O sırada Klara su ısıtır ve gözlerini ayırmadan adama bakar dikkatlice. Adamın dudakları kıpırdar ama Klara hiçbir şey duyamaz. Adam resim ile ilgili umutsuz terk edilmişliği ve gergin bir bekleyişi hissettiği Paris’teki o günü hatırlar. Klara hazırladığı kahveyi adama verirken tüm odayı çoktan kahve kokusu sarar.
Kahve kokusu ile gözleri aralanıyor. Servise başlamış hostes yaklaşıyor ve “Ne istersiniz?” diye soruyor. Kitap bu sefer dizlerinin üzerinde duruyor ama kendisi kitaptan çok uzaklara gitmiş. “Bir kahve lütfen”, diyor. Kahveyi alırken Klara aklına geliyor ve bir yudum alıyor kahveden. Kitaba dönüyor tekrar, kulaklığını takıp Rahmaninov dinliyor hala ve okumaya yeniden başlıyor; Klara kahveden bir yudum bile almamış gibi…
Adam kahvesini bırakır ve konuşmaya başlar;
“Paris’teki bir galeride karşılaştım bu resim ile… Kendimi ona doğru sürüklenirken buldum. İçine çekiyordu beni. İçinde servi ağaçları yükselen bir ada ve o adaya doğru denizin ortasında bir kayık… Arnold Böcklin yapmış bu resmi sonradan öğrendim. Diğer birçok şey gibi... Birçok ressam, yönetmen ve müzisyene esin kaynağı olmuş. Rahmaninov’a da hatta…”
Klara “Rahmaninov mu?” diye tekrarlar.
“Rahmaninov, en sevdiklerimden. Çaykovski’yi incelerken tanımıştım kendisini. Çaykovski ile tanışması bir mucizedir bana göre. Devrim zamanı sanırım, Rusya’dan ABD’ye gider ve ABD vatandaşı olur. Tablo… Tabloya o gözle bakınca şimdi anlıyorum bazı şeyleri. Tablodaki ölüm Rahmaninov’a Çaykovski’nin ölümünü hatırlatıyor. Bu nedenle Rahmaninov o dönem ‘Aleko’ eserinin yayından kaldırılmasını, çıktığı bir turneyi yarıda bırakması gerektiğini, hatta bu turne dönüşü trende soyulup parasız kalmasını ve birinci senfonisinin beğenilmeyip ayrıca yerden yere vurulmasını kaldıramıyor. Depresyona giriyor ve tedavi görüyor. Sevdiklerinin ölümü onun yakasını bırakmıyor, kardeşi difteri salgınında ölünce tepkisini tüm derslerden kalarak veriyor. Ölüm ve geride bırakılmak belki de bir şeylerin yarım kalmasına tepkili olduğundan kanser olmasına rağmen işlerine devam ediyor ve eserlerini bitiriyor. Bir tablodan ilham almış ne garip, o resmin de duvarımda asılı olması en garibi. Puşkin’i sevdiğini hatta bir şiirini de bestelediğini biliyordum, aşktan beslendiğini de ama bir tablo veya bir resim aklıma gelmezdi.” diye bahsederken adam araya girer. Sanat böyle gizemli bir kapı nereye açılacağını bilemeyiz, der. Mesela Puşkin’in şiirinin ismi ‘Çingeneler’ bu şiirin bir gün besteleneceğini düşünebilir miydi yazarken, diye sorar.
‘Çingeneler’ der Klara. Devam eder;
“Neye acıyacağım? Sen bilseydin.
Gözlerinde bir canlandırabilseydin
Boğucu kentlerin tutsaklığını!
Orada duvarların ardına yığılı insanlar
Ne sabahın serinliğini solurlar,
Ne de çayırların bahar kokularını;
Düşünceler kovulur, çekinirler aşktan,
Mal gibi satarlar kendi özgürlüklerini,
Putların önünde baş eğip, onlardan
Para ve zincir dilenir tekmili…”
‘Sayın yolcularımız …’ diye başlayan anons ile kitabın sayfalarından ayrılıyor. Uçak inişe geçiyor. Kitabını kapatıyor. Sanki sevdiği bir şeyi geride bırakıyor. Uçağın tekerleri açılıyor ve yere iniyor. Elindeki kitaba bakıyor, resme bakmak için telefonu açıyor hızla, internete giriyor. Artık kendisi de sabırsız ve telaşlı. Rahmaninov kulağında…
Ve
“Başka bir ülkede, bir şehirde… Ben, Nabokov ve Rahmaninov…” diye geçiriyor içinden.
Veya
“Başka bir şehirde, bir odada Klara, resim ve Adam.”
Comments