Esinti dağların içersinden çiçeklerin, dallanıp budaklanmış kiraz ağaçlarının temasına bürünmüş hafiften hissediliyordu. Uzak memleketlerin, geride kalmışların hatrını burnun ta ucuna kadar getiriyordu. Hışırtılar ağaçlardan ve kâğıttan geliyordu. Akşehir'de, küçük köy evinin balkonu akşam üzeri saatlerinde ayrı bir havaya bürünüyordu. Turuncu tonları, yarı karanlık köşeler... Dünün, bugünün, yarının düşü savrulup yeniden düzenleniyordu. Kim fısıldıyordu bütün bu hikâyeleri, hisleri bir muamma... İşte o vakit dalıp gittiği yığınların altını üstüne getirme vakti... Mürekkep yalamışların tam da sorup soruşturduğu meselelerin vakti... Belki hocası meşhur bir efendinin şiiri, âlimi tekinin keşfi çalınmıştır. Zihnin kökeninde yatan sorulara temas eden kökler...
Bir de o çok sevdiği kahvenin kokusuydu eksik olmayan. Haricinde, sessizlik biraz da konuşulanların ağırlığı. Betül’ün tığa batırıp çıkardığı her bir ilmeğini dolduran duygulardı hepsi. Küçük battaniyenin hikâyesi daha kullanılmadan ince ince işleniyordu. Hayata erkenden dâhil olabilmek, hangi çizgiler ardında şekillendiğini yakalayabilmek adına, sanki hep önünde uzanacak yol değilmişcesine. Tesadüfen yüncüler sokağından eve dönerken gözüne çarpmıştı yumuşacık bordo yumaklar. Aynı bahçenin kirazları renginde... Hem Leyla da bayılırdı bu renge. Ojeleri, rujları, fularları, fincanları... Şık bir köşeye sıkıştırıverirdi de pek yakışırdı. Onun hikâyesinden feyz almasa olmazdı zaten. Çok da romantikti üstelik, elini attığı meseleyi evirir çevirir sana bir gül diye veriverirdi. Dikeniyle, kokusuyla rengiyle. Lisede tanıştıkları günlerden bilirdi; az sarmamış yaralarını, yüreğine de su serpmemiştir. Sanatmış, akademiymiş, psikolojiymiş iyiden iyiye rayına oturtmuştu yolunu. Ah bir de şu okulu da bitirse pürüz çıkmadan....
Kendini ustalıkla çizen Leyla’nın defterine kaydı gözü. Bu düşünelerinden bihaber mütemadiyen karalıyor, kahvesini soğutmuş, kirazları yarılamamıştı bile. Betül tığını bırakıp kendi kahvesine uzandı.
- Durr! Tam elini çiziyordum Betül, az önce içseydin ya, örmen neyse de... Ah çok da içime sinmişti bak bu kısım.
- Ne güzel olmuş ya işte, ben de put gibi kaldım vallahi, bir tanecik kahvem var, zaten soğudu fazlasıyla...
***
Leyla güzel bir poz yakalayıp da bozmadan oturttuğu çizimlerde böyle ani değişimlere sinir olurdu. Hayır kimseyi de zorlamayı sevmezdi ama tam da yerini çizerken olmazdı ki!
Kahvesini bir dikişte bitirip çaresizce küçük hamlelerle elleri düzeltmeye koyuldu. Hoş, bunu da bir yarara yorması mümkündü fakat deli olmadan edemezdi yine de. Birkaç sene önce lisede aldığı katı eğitim de onu bilemişti layığıyla. Hocası işin püf noktası ayrıntıların her birini fazlasıyla önemserdi. Çizimin özü ince kıvrımlarda, ışıklarda yatardı. Bir de o meşhur araştırma çizgileri...
Nereden bilebilirdi ki o günler bu araştırma çizgileriyle insanların özünün peşinde koşmanın sadece çizgilerle sınırlı kalmayacağını, geçimini sağlayacağı işine dönüşeceğini, aynı harmoninin bir parçası olacağını. Gözlerini parlatan o içten içe büyüyen özgüveninin kaynağı da buradan besleniyordu.
En büyük kurbanı Betül’dü hâliyle. Betül’ü Betül yapan çizglere seneler geçtikçe iyice aşinalaşıyordu. Ta gözlerinin içinde yatan hikâyeler, ellerinin ardında sakladığı hünerler ve bilgelik, kalçalarının verdiği dişicilliği... Epey güçlü bir kadındı Betül. O gencecik ellerinin hamaratlığıyla yapmadığı iş yoktu. Bir geçsin ocağın başına, küçücük vakitlere neler sığdırırdı. Zengin bahçelerinin otlarıyla harmalandığı çorbalardan, unsuz şekersiz tatlılarına kadar. Turşuları, domates sosları, yine doğal şekerli reçelleri sayılmazsa. Bereketliydi de aynı zamanda. Hem gönlü hem elinden saçılanların onu nasıl zenginleştirdiğini bir fark etse... Yıllarca mücadele ettiği maddi yoksunluğun aksine. Koşulları değişince, içine sığmak zorunda kaldığı hayata öyle bir adapte olmuştu ki... Sivri bıçakları ustalıkla kavrar, çamaşır sularıyla en ufak köşeleri parlatıverirdi. Azimdi ardında yatan. Ne olursa olsun ayakta durup nefes alabileceği bir alan yaratmasının da.
Duruşunun mihenk taşıydı. Görmesini bilene...
Çizime başladığı yıllar bir türlü yakalayamazdı o ayrıntıları; göğsünü oturtsa başı benzemiyor, yüzünü oturtsa bedeni çelimsiz kalıyordu.
Atölyedeki sınıfında bu işi tam kıvamında kotaran bir çocuk vardı. Birkaç bakışı karşısındakini kağıda geçirmeye yeterdi. Sanki içine bakardı da öyle çizerdi. Biraz çekindiğinden ve o zamanlar farkında olmasa da hoşlandığından yanına gidip de konuşamazdı, hemencecik anlayacak diye. Demek o zamanda kapmıştı insanın ilmini de bir bakışla çözüveriyordu. Bugün Leyla'nın eskizlerini görse ne derdi kim bilir, resimdekinin içine saklı duyguları deşebilirlerdi belki bir kahve eşliğinde...
Birkaç kiraz attı ağzına.
- Canım bitirdiysen daha getireyim, dolapta dolu, çok özleyeceksin hem İstanbullarda.
- Özlemem mi... Ama bu kadarı kafidir, sen yorma kendini daha da.
- Aman canım ne yorulması, hassasız diye de elden ayaktan kesilmedik. Serdar toplayıp getiriyor sağolsun, malum ekmek su gibi gidiyor her gün bizde, en çok canımın çektiği şeylerden. İtiraz istemem bak eve de götüreceksin taze taze...
Leyla’nın dudağı kıvrıldı hafifçe.
- Peki peki ona hayır demeyeyim artık yollarda torba torba kiraz taşıyacağım, sen ağaçları bitirmeden bir siftah şart!
Betül'ün hafif kahkahası duyulmuştu fakat Leyla'nın buruk kalbinin gıkı çıkmamıştı o an.
Serdar eve gelecekti değil mi...
***
Leyla elleri oturtmanın bir yolunu bulmuştu. Başı, omuzları, göğüsleri kalçaları da epey yerindeydi. Şöyle defteri hafifçe uzaktıp göz attı. Memnundu çiziminden. Eksik kısımları da bir tamamlasa... Sona en sevdiği kısımlar kalmıştı. Betül’ün kıyafetlerini çizmek bir zevkti her zamanki gibi. Uzun etekleri, bol pantolonları, gömlekleri, zarif iki üç aksesuarı yakalaması keyifli çizgilerdi. Kalçalarından indirdiği iki kıvrımlı çizgi resme havasını vermişti. Hele karnının altında sakladığı büsbütün bilinmezliği, bollaşan kıyafetlerinin altında ne de güzel saklıydı. Leyla bir dahaki gördüğünde gizemi pek kalmayacaktı ne de olsa, aksine barizleşecekti. Etrafın ayrıntılarına da az çok girmişti. İkisinin arasındaki küçük masa, fincanlar, balkondan gözüken Akşehir’in dağları, ağaçlar...
Hayatlarının amiyane tabirle iki zıt köşeye savrulması birbirlerini uç noktalardan fakat daha net görmelerini sağlamıştı biraz da.
Büyümek, yetişkin olmak diyebilirdi bu sürece, veya henüz oturtamadığı kavramı zihni böyle ilk bulduğuyla doldurmaya çalışıyordu.
- Yüzüne geçiyorum haberin olsun Betülcüğüm. Az daha sabredersen seni çok güzel bir sanat eserine dönüştüreceğim, elimin tadı da geçti bak, hissedeceksin.
- Şu hâlimle güzel olamayacığıma göre bari resimde olayım değil mi?
- Aşk olsun, bak böyle daha bir hoş olacağına eminim, alt tarafı biraz şişeceksin, sen sonucun sağlıklı olmasına bak. Seneye konuşuruz bir daha bunları yepyeni bir macera eşliğinde.
Ardında biraz neşenin aynı zamanda korkunun gizlendiği bir gülümseme geçti bu sefer Betül'ün yüzünden. Dönüşeceği görünüşten ziyade karışılaşacağı şartları, hayatı boyu gerçeği olacak süreci düşünmek endişe vericiydi.
- Dur geçmeden iki üç kiraz daha atayım ağzıma, benim can durmuyor yine.
Şimdi Leyla'yı da bir gülümseme sarmıştı. Onu da endişeyle beraber. Bir dahaki tatile dek pek vakti olmayacaktı. Bu sürecinde Betül’den uzakta olma fikri huzursuz ediyordu fakat yoğun derslerini aksatması daha büyük sorunlara yol açabilirdi, şu yaz stajı da olmasaydı... Betül'ün ne yaşayacağını da kestiremiyordu açıkçası. Ailesinin de her ne kadar yardım etseler de onu çok da anlamayacağını biliyordu. Serdar biraz anlasa ya bari.
Geleceğin düşüne kapılan Leyla'nın kalemi kıpırtısızdı. Ağaçlardaydı gözleri. Biraz irkilince ağzına kalan kirazlardan attı . Betül'ü biraz dalmış, narin narin tığına devam ederken yakalayınca yüzünü ve başını bitirivereyim diye düşündü. Gözler, burun ve dudakların arası tam yerini bulunca hafif çizgilerle yüze yön vermek cezbediciydi. Zaten bu işe başladığı yıllardan beri portre çizmenin yeri apayrıydı. Yakınlarını, okuduğu yazarları, rastgele bulduğu kadınları çizerdi genelde. Kendini o çizgilere öyle bir kaptırırdı ki...
Kafasının kenarlarına birkaç çizgiyle geniş başörtüsünü de eklemişti. Balkonda oturduklarında güzelliğine perde vursun diye hafifçe sarındığı ince nar çiçeği örtüsü... Altından da hafif gözüken siyah saçlarının kıvrımı yine Leyla’nın yüreğini okşayan çizgilerdi. Özellikle gözlerin akabinde şimdi iyice Betül'ün dokusu kâğıttaydı. Aynı onun bir nevi dokuduğu battaniyesi gibi, ilmek ilmek işlemişti ne de olsa. Bu his içini ısıtıverdi. Çok sevdiği arkadaşını tanımanın kendince bir yoluna sahip oluşu, belki onun farkında bile olmadığı kıvrımlarına aşinalığı... Özel hissetmişti. Sevgisini besleyen ayrıntılardı kuşkusuz.
Sınıfta çoğu vakit birliktelerdi, öyle çok mesafe girmemişti aralarına şimdiye dek. Aralara Leyla'nın küçük gönül maceraları sıkışıverirdi. E dışarıva yansıttığı hafif çapkınımsı, romantik havası başına işler açıverirdi. Ötesi hafifdalgalı açık kumral saçları, yeşile kaçan gözleri, zarif yüz hatlarıyla gizemli bir diyarın rüzgarını estirirdi. Öyle şapşal ettiği iki üç çocukla nasıl da eğlenmişti gençlik vurdumduymazlığıyla. Çevresini bir hayli eğlendirirdi izlemek, üzerine çene çalmak. Bir şarkıda Emel Sayın'ın seslendirdiği üzere 'gülüşü ince, kıvrak, şen' sözlerinin içini tam yerinde doldururdu. İlk günden Betül' ün kanını kaynatan bir yanıydı Leyla'nın, tanıdığı diğer dostlardan ziyade. Şimdi öyle üç beş kişi kalmıştır hâl görüştükleri, her biri bambaşka yerlere savrulmuştu ne de olsa.
Ta o zamanlar bugünün hayalini ne renkler, tınılar beslerdi. Şehir şehir geziler, çeşitli üniversite kesitlerinin düşleri...
Mesela Betül’ün kalbini dolup taşıran bir gastronomi tutkusu vardı. Deniz kıyısı bir memlekette okuyup çeşitli restoranlar gezme hayalleri kurardı. Leyla da moda veya bir sanat bölümüne girmeyi, işinde ilerleyip Avrupa’da çalışmayı düşlerdi. Hem gezer, her ülkenin şarabına hâkim olur yeni sarhoşluklar eşliğinde anılar biriktirir, hem tattığı yemekleri Betül’e anlatırdı. Birkaç sene önce kurdukları hayallerin duygusunu, bugünün şartlarını düşündü Leyla. Nasıl da farklıydı hayaldekinden. Senelerce dayatılan bir üniversiteye gidip hayatını kurtarma fikrinden başka bir hayat tasavvur edemezlerdi ki o yaşlarda...
Duyguları, gözünden tamamladığı resmin üzerine damlayan bir küçük damlayla taşmıştı. Betül'e çaktırmamalıydı çünkü yavaş yavaş kendini belli eden küçük battaniyeye bakıp tebessüm edişini bozamazdı.
***
Akşam kendini iyice hissettiriyordu. Renkler epey koyulaşmış, küçük turuncuların parlaklığı sönmüştü. Akşehir'in akşamları yaz mevsiminin bu ilk haftalarında biraz serin olurdu. Esinti artmış, yeşil yapraklar daha bir hışırdıyordu. Köy evinin küçük balkonunda sessizlik hakimken kapı zili duyuldu. Betül Leyla'nın yine biraz uzağında kaldığı bir telaşa bürünmüş, hızlı bir hamleyle içeri koştu. Serdar olmalıydı. Leyla'nın kafasındakiler dağılmış, biraz sersemlemiş eşyalarını toplamaya koyuldu, Serdar'a rahatsızlık vermemek adına. Vedalaşmaları, son sözleri, çizimi, Betül'ün kirazları hızlıca poşetleyip verişi... Kapıldıkları düşünceleri bir an bölüveren bir gerçekti... Bir anın büyüsüne kapılıp uzaklaştıkları gerçekler... Beklenen konuşmalar, verilen sözler, hüzün... Betül'ün eskizi masada kendi duygusuna bürünmüş, köşesinde küçük bir imza. İştahla bekleyen Serdar'a yemek ısıtan Betül, mutfaktan gelen sesler, çatal bıçak sesleri, Betül'ün yüreğine çöken ağırlık, sessizliği...
Leyla eve dönerken annelerinin biraz gergince çekiştirip durduğu iki küçük çocuğa rast gelmişti. Bu çocuklar dünyaya gelmeden o annenin hayatına hakim duyguları, öncelikleri düşündü. Verilen bir kararın veya daha ötesi kazanın bedelini düşündü. Mesuliyet... Koşulsuz sevgi... O andan itibaren en ince detaya kadar tutumlarıyla etki gücüne sahip oluşları... İlerde ona gelecek danışanlar... Çaresizlikler, eksikler, hatalar, özgür irade, insanların içinden çıkıveren vahşet...
Betül için bol bol dua etmekten başka şansı var mıydı şu süreçte?
O sırada önünden geçtiği balkonun birinden çalınan şarkı sözleri, ya da Leyla o şarkı zannetmişti:
Gözlerin gözlerini canım bir dakikada içti
Hasret tükenmez gibi, kavuşmak bir dakika
Sevmek bir ömür sürer sevişmek bir dakika...
Comments