top of page
Yazarın fotoğrafıBuart Sanat Atölyesi

SEVMEK ZAMANI

Yazar: Ece AKTUNA AKIN


Ayağına yoğidi itimatı

Nakkaş idi nakışta muradı


Yağmur durmadan yağıyor, dalgalar sahilleri dövüyordu. Büyükada sisler içindeydi. Havada sonbaharın hüznü vardı. Kızılçam ormanları yağmurun ıslattığı yapraklarıyla her zamankinden daha koyu bir yeşile bürünmüştü.


Halil gideceği yeri bildiğini belli eden emin adımlarla yağmurda ıslanarak yürüdü. Adımları yavaşladığında masallardaki evleri çağrıştıran büyük bahçeli ve ağaçlarla bezeli bir köşke vardı. Bahçe duvarının üstünden sıçrayarak atladı ve eve doğru ilerledi. Cebinden çıkardığı anahtarla arka kapıyı açtı. Bunu daha önce defalarca yaptığını anladığım bir rahatlıkla merdivenlerden yukarı çıktı. Girdiği oda öğlen saatleri olmasına rağmen loştu. Bu kasvetli havayı dağıtmak ister gibi perdeleri sonuna kadar açtı. Deniz önünde büyülü bir hikâye gibi uzanıyordu. Denize sırtını döndü. Bakışları duvardaki resme odaklandı. Bir süre öyle kaldı. Daha sonra pikaba Itri'den bir plak koydu. Müzik odayı doldurdu. Sigarasını yaktı ve resmin karşısındaki koltuğa yerleşti. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Balkondan ona bakan Meral'i ancak içeri girdiğinde fark etti. Meral onu kendi resmini izlerken gördü. Hayranlıkla resmini izleyen bu adam onu tedirgin etmedi. Halil Meral’i görünce şaşırdı. Bugüne kadar onun sadece resmini bildi. Böyle sevdi.

“Hırsız değilim” dedi daha sonra kalbini çalacağından habersiz.

Meral:

-Burada ne yapıyorsun? diye sordu. -Hiçbir şey. -Ne kadar zamandır buraya geliyorsun?” -Bir seneden beri geliyorum. -Peki kimsin, ne iş yapıyorsun? -Boyacıyım. Ahmet Bey’in Köşkü’nü boyuyoruz. Geçen sene de bu evi boyamıştık. -Peki. İstersen gidebilirsin.


Halil Meral’in yanından ayrıldıktan sonra ustasının yanına gitti. Ud çalan Mustafa Usta’yı içi gibi alev alev yanan şöminenin karşısında dinlerken Halil’in dünyasını anlamaya başladım. Meral resmini hayranlıkla izleyen Halil’den çok etkilendi. Artık hep onu düşünüyordu. Onu görmek için çalıştığı köşke geldi ve Halil’i serada buldu. Ona sordu:

- Aylardan beri neden resmime bakıyorsun? Yoksa gerçeği söylemekten korkuyor musun? Bana ait olan bir şeyi öğrenmek hakkım.

- Ben senin resmine aşığım. Bu seni ilgilendirmez. Resmin sen değilsin ki.O benim dünyama ait bir şey. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın. Bense ebediyen sahip olmak istiyorum aşka. Sana âşık olsam belki alay edersin. Hâlbuki resmin bana dostça bakıyor.


Halil'e bunları söyleten sureti aşıp asla varma isteğiydi. O nakkaştı ve Meral'e suretinden âşık olmuştu. Mecnun da Leyla’yı çölde terk etmemiş miydi? Çocukların kayalara çizdiği suretinden Leyla’ya âşık olmuş, sonra üstünü karalamış. Bu suretin Leyla’yla arasına girmesini istememişti. Sonra onu terk etmişti. Leyla kendi suretine göre asıl, Mevla’ ya göre suretti çünkü. Her suret bir öncekine göre asıl, bir sonraki asla göre suretti. Bu hasret mutlak olanda son buluyordu sadece. Orada bütün suretler hükümsüzdü artık. İşte Halil’in aşkı da böyle mutlak olana olan aşktı. Meral aşkına karşılık bulamadıkça onu daha çok istiyor, mücadele ederse ona kavuşacağına inanıyordu.


Ertesi gün Halil ve Mustafa Usta köşkteki işlerini bitirdi. Evden ayrılırken Meral'in resmini de yanına aldı Halil. Vapura binip İstanbul'a doğru yola çıktılar. Mustafa Usta onun Meral'in aşkına karşılık vermesi gerektiğine inanıyordu.

-Sen haksızsın dedi.

Madem ki biliyor Meral, o zaman mecbursun paylaşmaya. Git ve ona söyle dedi.


Halil bu kez aşkını paylaşmaya ikna oldu. Meral'i bulmak için ağaçlıklı yolda giderken sarmaşıkların arasında heyecanla ilerledi. Ağaçlar sarmaşığı benimserse birlikte yaşarlardı. Yoksa ağaç zehirlerdi sarmaşığı. Doğu felsefesinde sarmaşık aşkı temsil ederdi. Aşk hem yaşam hem ölümdü.


Bu yolculuğun sonunda Meral’i atış poligonunda buldu. Yanında Başar vardı. İkisinin de giysileri aynıydı. Ben de o zaman, Halil’le birlikte öğrendim sevgili olduklarını. Halil artık Meral’i görmek istemediğini söyleyip yanlarından ayrıldığında, Başar adamlarını onu dövmeleri için yolladı. Hiçbirine karşılık vermedi. Eziyet ve çile çekmeliydi çünkü. Çöle gitmek, mecnun olmak gibiydi bu. Katarsisi yaşamalıydı.


Meral zorla bindirildiği arabadan yalınayak indi ve çamurlu yollarda Halil’e doğru ilerledi. Yürüdükçe dönüştü. Statüleri farklı iki aşık arasındaki denge bu çamurlu yollarda kuruldu. Artık aralarında bir ilişki vardı. Bu ilişkinin yürümesi için Meral babasıyla konuşması gerektiğini söyledi ona. Devasa bir fabrikanın girişinde elinde purosuyla karşıladı Halil’i Meral'in babası.

-Fakir olman önemli değil. Kızım seni sevdiyse benim için değerli. Bütün param sizin olsun dedi.


60'lı yılların politik dönemini ifade eden bir konuşmaydı bu. Demokratik bir ortamın olduğu bir dünyada eşitlik kavramının ortaya çıktığı ve Fransa'daki yeni dalga hareketinin başladığı günlerdi. 61 anayasası yapılmıştı ve partilerin, sendikaların özgürleştiği zamanlardı. Meral'in babası sözlerine devam etti.

-Her şeye rağmen kızım sırça bir köşkte yetişti. Mutlu olmayabilir.


Bu son sözler Halil için bir soru işareti yarattı. Babasıyla görüşmesinin ardından Meral' le taş köprünün altında buluştular. Halil sınıfsal farklarını biliyordu. Kilit taşının altına geldiklerinde

- Sana âşık olarak kalmak istiyorum diyerek Meral’i ardında bırakarak yürüdü.


Parasızlığını ve dünyalarındaki farklılığı gereksiz konuşmalarla arabesk bir hale getirmedi. Meral çok üzgündü. Eve döndüğünde şöminenin ateşi sönmek üzereydi. Eve sığamadı. İçindeki büyük mutsuzluk onu mezarlığa getirdi. Merdivenlerden aşağı inerken artık bu aşkın gömülmesi gerektiğini düşündü. Sokakları dolaşmaya başladı. Bir vitrinde gelinlik giymiş cansız bir manken gördü. Tutkuyla baktı ona. Sevgi öznesi yerine bu kez bu mankeni koydu. Mankenle birlikte yürümeye devam etti. Gazetelerde Meral ve Başar’ın evlilik haberleri vardı. Bu kaderdi ve kaderden kaçış yoktu.


Meral düğününde eğlenen insanların suretlerine baktı. Bu insanların hepsi yalandı. Gerçek olan bir şey vardı. O da aşkıydı. Ve aşkı için her şeyi göze almaya değerdi. Koşarak kaçtı oradan. Başar’dan ve ona sunduğu hayattan uzağa…


Halil kayıkta Meral’in resmi ve cansız mankenle birlikte giderken gördü Meral’i bir kefene benzeyen beyaz gelinliğiyle. Kıyıya yaklaşıp onu da aldı. Meral önce resmini, sonra da mankeni attı denize sevginin öznesi benim demek istercesine.


Başar kıyıda göründüğünde ikisi de kayığa gömülmüş gibiydi. Onlara doğru ateş etti. Yoksa bu kayık Hades'in Kharon tarafından yer altına götürülen kayığını mı temsil ediyordu? Kharon sizi bir altın karşılığında ölüm diyarına götürür. Kayıkçı yoksa yolculukta yoktur. Ben vurulduklarını görmedim. Birdenbire yok oldular. Kim bilir belki de göğe yükseldiler.


*Bir şeyin değerini ancak onun için kendini adayan bilir.



Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios

Obtuvo 0 de 5 estrellas.
Aún no hay calificaciones

Agrega una calificación
bottom of page