Yazar: Dilek Şenol Orhon
Buart Sanat Atölyesi
Herkesten önce uyanmıştı o sabah. Güneş ışığı perdenin aralığından usulca içeri sızıyordu. Ayşe gözlerini ovuşturdu. Bahçedeki kirazın dallarına saklanmış kuşlar, güneş ışınları ile oynaşırken onu da çağırıyordu sanki. Gülümsedi. İçine yayılan sıcacık duygunın tadını çıkardı. Yatağın kenarına oturdu. Yumuşacık miflonlu terliklerine uzandı ayakları. Kimseyi uyandırmamak için çok sessiz olmalıydı. Koltuğun kenarındaki hırkasını giydi. Annesi hep tembih ederdi, Sabah soğuğu insanı hasta eder, sakın giymeden gelme mutfağa. Sarman’ı aldı kucağına. Sımsıkı sarıldı. Günaydın, uyandın mı sen de? Küçük ve dikkatli adımlarla banyoya gitti. Çabucak işini bitirip ahşap merdivenlerde ses çıkarmamaya çalışarak mutfağa indi. Henüz kimse uyanmamıştı. Pazar olmalıydı. Masadaki kek dilimlerinden iki tanesini peçeteye sarıp cebine koydu. Beni bekliyorlar. Beni bekliyorlar. Acele etmem lazım. Nedim’den önce orada olmalıyım. Kapıya ulaştı. Birkaç kez zorladı anahtarı. Hiç hareket ettirememişti. Yüzü düştü, alt dudağını sarkıttı. Tam ümidi kırılacakken kolu indirmesiyle kolayca açılıverdi kapı. Eşikten çıkışıyla sabahın keskin soğuğu yaladı yüzünü. Aralık kalan kapı kapandı. Duyduğu korkuyla elleri birer buz parçasına dönüşmüştü. Ürkek ama keşfetmeye açık küçük bir bebeğin ilk adımlarıyla ilerledi. Bahçe boyunca her detayı ilk kez görüyormuşçasına ilgiyle etrafta göz gezdiriyordu. Gıcırtıyla açılan bahçe kapısından dışarı süzüldü. Artık tamamıyla özgürdü. Nereye gitmesi gerektiğini bilmeden devam etti yola. Nerede olabilirlerdi? Oyuna çoktan başlamışlar mıydı? Ya onu almazlarsa geç kaldığı için? Saklanmışlar mıydı yoksa? Daha ne kadar uzaklaşması gerekecekti evden? Çok merak edecekti evdekiler. Kararsız kaldı. Geri dönmek istedi. Sokaktaki tüm evler aniden ortaya çıkan bir girdap gibi etrafında dönmeye başladı. Yön duygusu tamamen kaybolmuştu. Yanındaki elektrik direğine yaslandı. Ağlamak üzereydi. Anne dedi. Baba dedi. Bir de Nedim… Devam etmekten başka çare olmadığını düşündü.
Arnavut kaldırımlı dar, hafif eğimli, uzun bir yol vardı önünde. Az ilerideki sokağın başında bir sokak köpeği görünüyordu. Giderek içine işleyen soğuk Ayşe’nin dikkatini her dakika daha çok dağıtmaya yetiyordu. Endişe ve tedirginlik dolu kısa adımlarla ilerlemeye devam etti. Biraz daha gittikten sonra henüz mavi bir çizgi gibi görünse de yolun onu denize ulaştıracağını fark etti. Çok heyecanlanmıştı. Bir aile canlandı hafızasında. Hiçbir yere tutunmayan, havada asılı duran fotoğraf kareleri gibiydiler. Sahil… Deniz kokusu… Başına çarpan top. Çocuk kahkahaları. Onu yerden kaldıran gülümserken yanağındaki gamzede mutluluğun çok daha fazlasını saklayan bir kadın. Sarılırken hiçbir şeye benzemeyen rahatlama duygusunu hatırladı. O anı esir alan hüzün yaklaşan çocuk kahkahalarıyla yerini başka bir duyguya bıraktı. Nedim… Yanağına kondurduğu ilk öpücüğü hatırladı Ayşe. Elmacık kemiklerinin üstünden tüm yüzüne yayılan ateşi hissetti. Elini cebine attı. Keşke daha çok kek alsaydım yanıma. Sadece Nedim’e veririm ben de. İsterlerse alay etsinler yine…O sırada arkadan patpat ederek yaklaşan motor sesini duydu. Geriye doğru başını çevirince beyaz bir kaplumbağa Volkswagen’in kocaman farlarıyla göz göze kaldı. Sahil ve denizi hatırladığındaki heyecan bastı yine her yanını. Pikniğe gidiyor olduklarını geçirdi aklından. Akşamdan hazırlardı götüreceklerini Ayşe. Topunu, ipini ve bilyelerini unutmak istemezdi. Birkaç aile giderlerdi hep. Bahar gelip etraf yemyeşil olduğunda piknik mevsimi başlardı Ayşe için. Annesi akşamdan kuru köfte, patates ve zeytinyağlı sarma hazırlardı. Domates ve salatalıkları onun yıkamasına izin verirdi bir yandan ertesi günü konuşurken. Mutfağın bir kenarında radyo çalar onlar çoktan ertesi günün neşesine girmiş olurlardı. Babasının işi ise götürecekleri masa sandalye, örtü ve mangal malzemeleriyle ilgili olanlardı. Evet Nedim’ler de gelirlerdi tabi ki. Acaba şimdi arabanın peşine takılsa yetişebilir miydi o yıllara? Sahi yaşanmış mıydı tüm bunlar, yoksa şimdi olduğu gibi bir hayal perdesinin ardından mı bakıyordu hayatına? Köpek hoşlanmadı sokağı aniden kaplayan gürültüden. Bir süre arabanın peşine takılıp koştu. Ayşe öylece baktı arkasından.
Pazar gününün rehaveti dağılmamıştı insanların üzerinden. Tek tük düşüyordu hala sokağa sesler. Biri kahvaltı hazırlığındaydı belli ki. Bardağa düşen çay kaşığı ve çatal bıçak sesleri, radyodan yayılan müzik sesine ritm olmuştu sanki. Cıvıldayan kuşlar, çiçekleri sulamak için pencereyi sertçe açan kadın ve hayatın anbean uyanışı… Sahile yakınlaştıkça küçük kuşların yerini iri martılar almaya başlamıştı. Denize doğru taşların yığılmasıyla oluşturulmuş iskelemsi çıkıntının orada olmalıydılar. Her zamanki gibi. Peki bu kocaman asfalt nereden çıkmıştı? Kumlar nereye gitmişti? Ayşe kafasını ellerini arasına aldı. Çok yorgun hissediyordu. Aklından geçenleri birbirine bağlayamıyor, hepsi birer mandala eğreti olarak asılmış sallanıyordu zihninde. Oradan hemen kaçmak istedi. Birkaç adımda sahil yolunun kenarına, yukarı çıktı. Etrafı camekanla çevrili olsa da oturabileceği bir bank buldu kendine. Başından beri kendisini takip eden sokak köpeğine baktı. Köpeğin gözlerinde onu çoktandır tanıdığını hissettiren bir bakış vardı. Başını Ayşe’nin bacağına sürdü. Dile gelip bir şeyler anlatmak istiyor gibi bakıyordu arkadaşına. Ürperdi Ayşe. Evinde olmayı özledi. İçi boş bir çember içinde dönüp duruyordu sanki. Başını ellerinin arasına sıkıştırdı. Her şeyi, her şeyi durdurmak, evine dönmek istiyordu. Öne arkaya doğru sallanmaya başladı. Dur, yeter artık Ayşe bırak şu sallanmayı. Dediğini duydu tanıdık bir sesin. Bacaklarının arasından ılık bir şeylerin aktığını hissetti. İşte buna çok kızacak annem. Yerinden kalktı, bankın öbür ucuna ilişti. Birkaç dakika sonrasında el arabasıyla yaklaşan simitçiyi gördü. Kalbi duyduğu umutla hızlandı. Acıkmıştı. Simitçi sidiğin ekşi kokusuyla yüzünü buruşturdu. ‘Sen mi yaptın bunu?’ Ayşe’nin kalbi paramparça oldu. Utanarak başını öne eğdi. Simit verir misin, açım ben. Dedi açlığına yenik düşerek. Bu sırada Sarman’ın kuyruğuyla oynuyordu başını kaldırmadan. Adam söylenerek yoluna devam etmek için hareketlendi. Pislik dediğini duydu Ayşe. Ben pis değilim. diyerek fırladı yerinden. Simitçinin tezgahına vurdu eliyle. İtti onu adam. Ayşe yere düştü. Avuçlarının içi çizik içinde kalmıştı. Daha da hiddetlenmişti. Sen kim oluyorsun be adam, haddini bil, baş komiserin karısıyım ben. Nedim Ataman’ı duydun mu hiç? Simitçi alaycı bir gülüşle başını dönüp yoluna devam etti. Bunak… Banka geri döndü Ayşe. Simitçi oradan uzaklaşırken diğer taraftan elindeki kese kağıtlarının içini koklayarak, sendeleyen iki genç göründü. Ayşe kek dilimini çıkarmaya çalışıyordu. Öbürünü bana versene dedi zayıf, kısa boylu olan. O Nedim’in dedi Ayşe. Birazdan gelecek beni almaya. Ellerindeki kese kağıdının içinden bir şey koklayarak zorlukla yürüyüp uzaklaştı torbacılar.
Ayşe öyle yorgun hissediyordu ki neredeyse başı önüne düşecekti. Yaklaşan arabanın sesiyle irkildi. İçinden iki polis memuru indi. Teyze ne yapıyorsun bu saatte evin yok mu senin? Ayşe kolundaki dövmeyi gösterdi hemen. Bu sahneyi Belgin’le öyle çok tekrarlamışlardı ki günlerce. Anne bana güven. Anne bana güven seni hiç yalnız bırakmayacağım demişti Belgin ona sarılırken. Polis sorduğunda hemen bunu göster onlara e mi? Polislerden genç olan dikkatle okudu Ayşe’nin bileğindeki telefon numarasını. Annemin telefonu! Annemin telefonu! diye atıldı heyecanla Ayşe. Beni ona götür. Evime götür beni. Nedim beni çok merak etmiştir.
Polis arabasının evin önünde durduğunu duyan Belgin korku ve endişeyle kapıya fırladı. Merdivenleri birer ikişer atladı sabahlığının kuşağını bağlamaya çalışırken. Kocası arkasından seslendi. Yavaş ol biraz ne olur düşeceksin şimdi. Çocuklar da sese uyanmışlardı. Kapıyı açar açmaz polisi geçip annesine sarıldı Belgin. Ağlıyordu. Ayşe şaşkındı. Dur kızım, Sarman’ı boğacaksın şimdi. Arkadan küçük Nedim seslendi. Aaaa anneannem, Sarman’ı mı gezdirdin? Polisler bir elinde pelüş oyuncağı sıkı sıkı tutan Ayşe’ye bir küçük çocuğa bakakalmıştı. Teşekkür etti onu getirdikleri için. Kolundaki dövmeden bulduklarını anlattı yaşlıca olan polis. Belgin heyecanlanmıştı. Gerçekten gösterdi mi… gösterdi mi? Diye sordu heyecanla. Polisler uzaklaşırken Ayşe uzun süre el salladı mutlu bir ifadeyle. Bir yandan tekrar ışıklı arabalarıyla kendisini gezdirmeleri için sesleniyordu peşlerinden. Belgin omzunu sıvazladı annesinin, Gelecekler merak etme. Dedi içeri doğru çekerken. Ama sen de söz ver bir daha gizlice dışarı çıkmayacağına. İstediği sözün suya atılan taş izinin kayboluşu kadar kısa bir sürede unutulacağını biliyordu artık. Daha temkinli olmalarından başka çare yoktu. Söz dedi Ayşe çocuksu bir sevinçle. Gerçekten alacaklar değil mi? Nedim de gelsin bu sefer benimle. Belgin’nın elinden kurtulup içeri koştu bedeninden beklenmeyecek bir çeviklikle, Nerede o saklandı mı yoksa benden. Belgin kocasının koluna tutundu düşmemek için. Babasının çok uzaklarda olduğunu yine unutmuştu annesi. Ne diyeceğini bilemeden birkaç saniye kaldı olduğu yerde. Nedim’in okulu açıldı, tatilde gelecekmiş. dedi zorlukla salona doğru ilerlerken. Aradan sadece beş dakika geçmişti. Belgin için belki de yıllar kadar uzun, Ayşe için saniyeler kadar kısaydı. Karnını ovuşturarak yanına geldi kızının. Ilık süt ve bisküvi verir misin anne? Dedi gülümseyerek.
Comments