Yazar: Burcu Tosun
Her şey bir “merhaba” ile başlamıştı. Yüksek lisansımın son döneminde Reklam İletişimi dersinde tanışmıştım o naif, yumuşak, şiir gibi sesiyle… İlk ders uzun uzun “merhaba”nın anlamını dinlemiştik. Ne harika bir başlangıçtı! “Benden sana zarar gelmez” demekmiş. Selamın önemini vurguladığı içten, sıcak anlatımı hâlâ kulağımda…
Yıllar sonra “artık bana ait birşeyler yaratmalıyım” dediğimde, zorlu geçen bir pandemi dönemiydi. Yazı yaratımı atölyesinde kesişmişti yollarımız. “Hadi erteleme! Kendini daha iyi tanımanı sağlayan bir çalışma olacak. Disiplinli ol, her gün otur yaz” diyerek hareket geçirdi yine. “Niye daha önce romanımı yazmadım ki?” diye hâlâ kızarım kendime. Ama Mario Hocam’ın sesini de duyar gibiyim. “Her romanın geleceği bir zamanı vardır elbet” demişti.
İçimden gelen, en samimi bulduklarımı yazdım. O da sabırla dinledi. Hatta kimisinde ağlayacak gibi oldum. “Yaşanmışlıklar olabilir belki de’’ diye çok ince, hassasiyetle düşünerek üstelemedi. Anlayış gösterdi sessiz kalarak. Öyle çok projem vardı ki. Nereden başlasam diye sordum? “Çok iyi bildiğin tanıdık yerlere git, kendin okumak istediklerini yaz. Çok etkili yazıyorsun, sakın peşini bırakma… Daha çok yaz… Sen bulacaksın yazacağın romanı.’’ demişti. Doğru da çıktı aslında. Gidebildiğim en derinlere, kalbimde en çok hissettiğim duygulara gittim hep. Akıyordu kelimeler kendiliğinden.
Aradan bir yıl geçmeden sahilde mutsuz, yalnız bir kadın görmemle oluştu kurgu. Yaz dönemi bitse de atölye başlasa diye iple çekmiştim dersi. Salı günleri apayrı bir ritüeldi artık hayatımda. Arka fonda zengin kitaplık, antika eşyalar, nostaljik radyo, Masal’ın çizdiği renkli bir resim, gramofonun göze çarptığı odaya öyle çok alışmıştım ki. İki yıl nasıl da geçti anlamadım. Kitabımın ilk dört sayfasını okuduğumda “hadi devam et, buradan harika bir roman çıkar. Eminim çok güzel olacak” diye coşkuyu vermişti. O günlerde ben bile inanamıyordum ilk bölümde kendime. Ama Mario Hocam inanmıştı.
Kimi zaman kitapta geçen tariflerle “yine bir yemek, yine karnımızı acıktırdın akşam akşam yahu.” esprileriyle güldük, eğlendik. Hele pastırmalı börek geçen bir bölümü hiç unutmuyorum. ‘’Burcucum, pastırmanın kokusu buraya kadar geldi’’ demişti gözlüklerinin arkasında tatlı gülümseme ile. Verdiğim kokteyl tariflerinde “İçki kültürüne hayranım. Herhalde iş nedeniyle ortamın içindesin.” dediğinde utanmıştım söylemeye. ‘’Yoo eski Taksimciyim hocam.’’ diye çıkmamıştı ağzımdan.
Kimi zaman da Akasya’nın bölümlerinde duygulanmıştık. “Karakterini çok iyi tanıyorsun. Sanki tomogrofisini çekercesine gerçekçi. Desteklediğim bir kitap, devam et… Harika akıyor.” yorumlarıyla yüreklendirdi.
Her ne kadar hobi olsa da yüksek lisans günlerimdeki kadar ciddiye almıştım dersi. Çalışkan öğrenci edasında her hafta yetiştirmeye çalıştığım metinlerle, masada heyecanlı, hazır duruşumla boş geçirmeyeceğime emindi.
Bir keresinde hiç sıkılmadan Balsac, Tolstoy, Virginia Woolf dinlemiştik. İlham vermişti. Ne çok şey öğrendik. Ne kadar önemliydi daha çok okuyarak beslenmek…
Edebiyat alanında disiplini aşıladığı, yol gösterdiği, yazma hastalığını bulaştırdığı, kitabıma başından sonuna kadar ışık tuttuğu için ne kadar teşekkür etsem az.
“Ayçiçekleri her gece bir yanlızlığa bakar.” kitabını imza gününde “ Yazılmakta olan güzel romanının imza gününe gelme umuduyla…” diyerek imzalamıştı. Ama çok üzgünüm ki yetişmedi, ölüm malesef erken geldi. Çok derindi içimde duyduğum kaybetmenin sancısı, boşluğu. Acı haberi aldığımda sanki ikinci kez yetim kaldığımı hissettim. Geriye buruk, tarifsiz üzüntü, yarımlıklar ve unutulmayacak bir sızı kaldı. Beklenmedik kayıpla bir süre tıkandım, tutuldu kelimeler. Sonra verdiğim sözü hatırladım. ‘’hadi!’’ dedi içimdeki ses. İşte o boşluklar hep yazı ile doldurulmaya çalışıldı. Eksikliğini duyduklarım biraz daha itmişti yazmaya. Her hüzün yeni hikaye doğuruyordu zihnimde.
Huzurla, rahat uyu hocam. Kitap bitti, yeni bir roman yazılıyor. Yazmaya ve yazdıkça anmaya devam edeceğim. İyi kalpli, kibar, entelektüel, çok kıymetli Mario Hoca’ma sonsuz teşekkürlerimle…
Commentaires